Ankara Mühendislik adına yapılan Türk Tarih Kurumu Gezisi’nde, temel amacım mimari ve inşaat projelerimizde kullanabileceğimiz Erken Cumhuriyet Dönemi Ankara’sı ve Ankara’nın ortaya çıkardığı Ulusal Mimarlık akımlarının modern projelerde nasıl uygulanabileceğini, dikkat çeken ve karakteristik olan özellikleri ortaya nasıl döktüğünü anlamak içindir. Bu noktada Türk Tarih Kurumu binasına, mimari nitelikte bir analiz ile yaklaşılmıştır.
Türk Tarih Kurumu Binası, konumu gereği eski Ankara dokusundan faydalanan bir yapıdır. Ulustan başlayan bir gezide, ondan önce göreceğiniz birçok farklı ‘’Ankara dokusu’’ gözüküp, benimde gözüme ilk çarpan bu olmuştur. Bu daha yapıya ulaşmadan, yapıya dair olan beklentilerimi etkilemiş ve ‘’Ulusal mimari’’ niteliğini aramama neden olmuştur.
Türk Tarih Kurumu Binası Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nda özel bir konumda yer almaktadır. Bir noktadan akımın karakteristiklerini barındıran, tam bir ‘’Ulusal Yapı’’ olarak yorumlanabilecekken başka bir gözle tam tersi yöne atılmış bir adım olarak yorumlanabilir, 1980 yılında Ağa Han Mimarlık Vakfı tarafından verilen ödülün açıklama raporuna göre ‘’ Merkezi avlu geleneksel Osmanlı yapılarının içe dönük karakterini yansıtırken, İslam mimarisinin bütünlük ilkesi de parçaların bütüne olan ilişkisini belirlemekte bir düzenleme aracı olarak kullanılmıştır.’’ Bu şekilde bir bakış açısından ‘’geriye’’ dönük izler barındırdığı iddiasına tam olarak katılmamakla beraber, aynı zamanda böyle bir yoruma açık olması, yapının mimari anlamda çok yönlülüğünü ifade eder.
Yapıya ilk adım attığınızda gözünüze çarpan, geniş avlu alanıdır. Bu avlu yapıda bağlayıcı bir işlev görmesinin yanı sıra, aynı zamanda çatıda tercih edilen form sayesinde, etkileyici bir doğal ışıklandırmaya sahiptir. Çatıda tercih edilen köşeli ve ‘’dalgalı’’ form, mekana giren güneş ışığını kontrol ederken bunun avlu ile ilişkisini yönlendirir. Üst katlara çıkıldığında daha da fark edilen, kütleli ahşap korkuluklar, yapının brütlüğünü destekler, objektif olmayan bir şekilde Ankara Taşı’ndan yapılan binaların bu brütlüğü yansıtması gerektiğini düşünmekteyim. Her yerde incelmelere yönelmek yerine, bunun zıttı bir karar alarak kütleye güvenen Turgut Cansever, doğru kararı almıştır. Bu tip kütleler, yapının farklı odalarda aydınlatmalarda (toplantı odasının doğal ışık girişlerinde), merdivenlerde (avlunun kütleli merdivenleri) ve duvarlarda devam etmektedir.
Yapının genel yöneliminin dışına çıkan bir noktası, zemin kattaki konferans salonunda mevcuttur. Bir çeşit yeniden yapım geçiren bu alan, gezim sırasında eleştirilere maruz kaldığında, ilk başta yapının geri kalanı ile çelişkisi çok göze batmasa da, gezi ilerledikçe bu alanın sorunları daha da göze batar bir hale gelmiştir. Yapının ‘’brüt dinamizm’’ mantığına (kısaca açıklamak gerekirse, büyük hareketli kütle) ters düştüğüne inandığım konferans salonu buna en iyi örnek olsa da tek yer değildir. Yapının sonradan eklenen bazı kapı ve oda tasarımları, bu prensiple çelişmektedir.
Bu eleştirilere rağmen, ki bu eleştirilerim hepsi sonradan yapılan değişimlerden kaynaklıdır, yapının ‘’mimari temeli’’ sağlamdır ve bunları ikinci plana atmaktadır. Kütüphanesi ve toplantı salonunda kullanılan doğal aydınlatma metodolojisinden, size sürüklediği U formundaki üst kotlara kadar, yapı kendi ‘’brüt dinamizmini’’ ifade edebilmektedir. Normalde bu tip ifadeleri tanımlamaktan kaçınsam da, bu kuvvetli ‘’ifade’’ yüzünden, ‘’brüt dinamizm’’ ifadesini kullanmaktan çekinmedim. Yapıdan çıktığım zaman aklımda bir çok farklı vurucu detayının yanı sıra, en kuvvetli etkiyi bu ‘’bütünlüğün’’ yarattığı his ile bırakmıştır.